Bilimin Açıklayamadığı 13 Konu....

PC ve Teknoloji dünyasından son haberlere buradan ulaşabilirsiniz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Mu®aT
Kilobyte4
Kilobyte4
Mesajlar: 784
Kayıt: 01 Nis 2007, 11:36

Bilimin Açıklayamadığı 13 Konu....

Mesaj gönderen Mu®aT »

1) ETKİSİZ İLACIN (PLASEBO) ETKİSİ NEDİR?

Etkisiz ilaç verilen hastaların, tıpkı normal ilaç almıs gibi kendilerini iyi hissetmelerinin nedeni nedir, bilinmiyor.

Süphesiz duymussunuzdur, ilaç yerine verilen etkisiz ilaçların, tıpkı ilaç almıs gibi etki yaptıgını.. Ama nasıl etkidigi ve nedeni bilinmiyor.. Plasebo etkisinin gücünü siz de evde bir deneyle görebilirsiniz, tabii bu deneyi üzerinde uygulayabileceginiz birisini bulabilirseniz! Günde birkaç kez, birkaç gün boyunca birinin canını yakın. Deney'in son gününe kadar agrıyı morfin ile kontrol altına alın. Bu son gün morfin yerine tuzlu su kullanın. Sonuçta tuzlu suyun agrıyı azalttıgını göreceksiniz.

İste plasebo etkisi buna deniyor. Bu etki bazen çok güçlü olabiliyor. Yukarıdaki deneyi ilk kez İtalya'da Torino Üniversitesi'nden Fabrizio Benedetti yaptı. Doktorlar plasebo etkisinin onlarca yıldır farkında.

Benedetti, ayrıca Parkinson hastalarında da plasebo etkisini arastırdı. Tuzlu suyun plasebo etkisinin hastalarda titreme ve kas sertligini azalttıgını gören (Nature Neuroscience, vol 7, p 587) Benedetti ve ekibi, hastalara tuzlu su verirken beyinlerindeki nöronların faaliyetlerini ölçtü. Deneyde "Alt-talamik çekirdek"teki nöronların, tuzlu su verildikçe daha az tetiklendigi anlasıldı. Bu sekilde hastalıgın semptomları düzelirken, nöron faaliyetleri de azalıyordu.

Benedetti bu deneyden elde edilen sonuçları söyle degerlendiriyor: "Burada neler olup bitigini ögrenmek zorundayız. Ancak bir sey kesin: Beklentiler ve terapötik sonuçlar arasındaki iliski, beyin-beden etkilesimini anlamak için mükemmel bir model olusturuyor. simdi bilim adamları plasebo etkisinin nerede ve ne zaman devreye girdigini anlamaya çalısıyor. Hastalıklar farklı da olsa altta yatan mekanizma aynı olabilir".

2) BIG BANG RADYASYONU YAYILIMI UZAYDA NASIL EsİT OLUYOR

‘Ufuk Problemi' adı ile bilinen olgu, ‘büyük patlama'dan geride kalan radyasyon yayılımının evrenin her yerinde nasıl esit olarak dagıldıgıdır. Astrofizikçiler sorunu çözmek için göbek patlatıyor.

Evren anlasılmaz bir sekilde tekdüzedir. Görülür evrenin bir ucundan digerine, uzayı bütünü olarak incelerseniz, kozmosu dolduran mikrodalga geri plan radyasyonunun sıcaklıgının her yerde aynı oldugunu görürsünüz. Bu ilk bakısta sasırtıcı gelmeyebilir; ancak bir uçtan diger uca mesafenin 28 milyar ısık yılı oldugu ve evrenin 14 milyar yasında oldugu düsünülürse, bu sonucun ne denli anormal oldugu ortaya çıkar.

Hiçbir sey ısık hızından daha hızlı degildir. Dolayısıyla ısı radyasyonunun, Big Bang sırasında ortaya çıkan soguk ve sıcak noktalar arasındaki farklılıgı esitlemek için iki ufuk arasında yol alması mümkün görünmüyor. Bu "ufuk problemi" kozmologların basını agrıtan en önemli problemlerden biri. Ortaya atılan ve herkes tarafından kabul edilmeyen görüsler var.

3) EINSTEIN YANILIYOR MU?

10 yıldan daha uzun bir zamandır Japonya'daki fizikçiler varolması mümkün olmayan kozmik ısınları gözlüyorlar. Kozmik ısınlar, evrende ısık hızına yakın bir hızda yol alan parçacıklardır Dünya'da tespit edilen bazı kozmik ısınlar, süpernova gibi siddetli olaylar sırasında üretilir ve bunlar dogada görülen en enerjik parçacıklar.

Kozmik ısın parçacıkları uzayda yol alırken, evreni dolduran düsük enerjili fotonlarla çarpısarak enerjilerini yitirirler. Einstein'ın özel görelilik kur***** göre bizim galaksimizin dısındaki bir kaynaktan çıkıp Dünya'ya gelen kozmik ısınlar, o kadar fazla sayıda enerji azaltıcı çarpısmaya maruz kalır ki, bunların maksimum olası enerjisi 5 x 10 19 elektronvolta çıkar. Buna Greisen-Zatsepin-Kuzmin sınırı adı verilir.

Ne var ki son 10 yılda, Tokyo Üniversitesi'nden Akeno Giant Air Shower Array adı verilen 111 parçacık dedektörü, GZK sınırının üzerinde birkaç kozmik ısın tespit etti. Kuramsal olarak bunların, enerji yitirmemis olmaları için, bizim galaksimizin içinden gelmesi gerekir. Ancak astronomlar galaksimizin içinde bu kozmik ısınların gelmis olabilecegi bir kaynak bulamadılar. Peki bunlar nereden geliyordu?

Bir olasılıga göre Akeno sonuçları yanlıs olabilir. Bir diger olasılık ise Einstein'in yanılıyor olmasıdır. Einstein'ın özel görelilik kur***** göre uzayın her yönde aynı olması gerekir. Ancak parçacıkların bazı yönlere dogru daha kolay yol alması durumunda ne olacak? O zaman kozmik ısınlar enerjilerinin daha fazlasını koruyabilir ve GZK limitlerinin dısına çıkabilir.

Arjantin, Mendoza'daki Pierre Auger deneyindeki fizikçiler de bu sorun üzerinde çalısıyor. 3000 kilometre kare üzerine yayılan 1600 dedektörden yararlanan bilim adamları, gelmekte olan kozmik ısınların enerjilerini tespit ederek Akeno sonuçlarının daha iyi anlasılmasını saglayabilecekler.

4) HOMEOPATİK ERİYİKLER ETKİLİ Mİ?

Homeopatik yöntem, kimyasal ilaçların sulandırılması esasına dayanır; tek bir ilaç molekülü içermeyecek noktaya gelinceye kadar sulandırılma devam etse dahi, suyun iyilestirme özelligini korudugu iddia edilir. Bu nasıl oluyor?

Belfast'taki Queen's University'den farmakolog Madeleine Ennis ise homeopatiyi siddetle elestirenler arasında. Homeopatinin hiçbir ise yaramadıgını düsüncesinde.

Ennis, son makalesinde, iltihabi yangı durumunda ortaya çıkan insan akyuvarları üzerinde asırı sulandırılmıs histaminin etkilerini arastırdı. Bu bozofiller, hücre saldırı altındayken histamin adı verilen maddeyi salgılar. Bunlar bir kez salgılandıgı zaman, histamin bozofillerin daha fazla salgılamasını engeller. Farklı laboratuvarlarda tekrarlanan bu çalısma homeopatik eriyiklerin histamin gibi etki yarattıgını ortaya çıkartmıs. Bu sonucun üzerine Ennis bu etkinin yok sayılamayacak kadar gerçek oldugunu kabul etmek zorunda kalmıs.

Bu nasıl oluyor? Homeopatlar kömür, örümcek zehiri gibi maddeleri etanol içinde eriterek, bu "ana eriyik"i su ile tekrar tekrar sulandırır. Sulandırma düzeyinden bagımsız olarak homeopatlar, orijinal ilacın su molekülleri üzerinde iz bıraktıgını iddia eder.

Ennis'in niçin konuya kuskuyla yaklastıgını anlayabiliyoruz. Kaldı ki homeopatik tedavinin, genis kapsamlı, plasebo-kontrollü klinik bir deneyde bugüne dek yararlı oldugu kanıtlanmadı. Ancak Belfast çalısması (Inflammation Research, vol 53, p 181) bazı seylerin "etkin oldugunu" gösteriyor. Enis diyor ki: "Bulgularımızı açıklamakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla baskalarını ileri deneyler yapması için tesvik ediyoruz. Eger bu ileri deneylerde sonuçlar olumlu çıkarsa kimya ve fizigi yeniden yazmamız gerekebilir."

5) KARA MADDE VAR DENİYOR, AMA NEDİR AÇIKLANAMIYOR!

Fizikçiler, evrende bazı olayları açıklayabilmek için kara maddenin varoldugunu söylüyor.

Yerçekimi konusundaki bilgilerimizi galaksilerin nasıl döndügü konusuna uyarladıgınız zaman, ortaya yeni bir problem çıkar, çünkü galaksilerin hızla birbirlerinden ayrılması gerekir. Galaktik madde merkezi bir nokta etrafında yörüngeye oturur, çünkü bunların karsılıklı kütleçekimsel cazibesi, merkezcil kuvvetler yaratır. Ancak galaksilerde, gözlenen dönmeyi yaratacak miktarda kütle yoktur.

Amerikalı astronom Vera Rubin, 1970'li yılların sonlarına dogru bu anormalligi tespit etti. Fizikçilerden gelebilecek en anlamlı tepki, görebildigimizden daha fazla kütlenin varolabilecegi dogrultusundaki önermeydi. Burada sorun bu "kara madde"nin ne olabilecegi konusunda kimsenin bir fikri olmamasıydı.

su anda hálá bu soruya kimse yanıt veremiyor. Öneri bol ama bu konuda bir ortak bir görüs yok. Bu da bilim adına utanılacak bir konu. Astronomik gözlemlere göre kara madde evrendeki kütlenin yüzde 90'ını olusturmakla birlikte, insanoglu bu yüzde 90'ın ne oldugunu bilmemekte.

Büyük bir olasılıkla en önemli neden belki de böyle bir seyin varolmamasıdır. Rubin de gerçegin bu olduguna inanıyor: "Eger seçme sansım olsaydı, genis mesafelerdeki kütleçekimsel etkilesiminin dogru olarak tanımlanması için Newton'ın yasalarının degistirilmesini talep ederdim."

6) MARS'TA METAN GAZININ KAYNAĞI NE?

Viking uzay araçlarından biri Mars'ta metan gazı var, digeri yok diye rapor etti? Var mı yok mu?

1976 yılında Gilbert Levin gört gözle uzay aracı Viking'den gelecek verileri bekliyordu. Mars'tan milyonlarca kilometre uzakta, Viking uzay araçları Lander, yerden aldıkları toprak örnegini karbon-14 etiketli madde ile karıstırdı. Lander'ın üzerindeki enstrümanlar, topraktan yayılan emisyonun içinde metan gazı oldugunu saptarsa, Mars'ta yasam oldugu anlasılacaktı.

Viking sonucun pozitif oldugunu belirtti. Demek ki bazı organizmalar karbon-14'ü sindirip yaktıgı için metan gazı çıkıyordu.

Ancak bu sonuçlar beklenilen etkiyi yaratmadı. Çünkü, organik molekülleri bulmak için tasarlanan baska bir enstrüman hiçbir sey bulamamıstı. Bilim adamları da Viking'in yanlıs veri gönderdigi konusunda görüs birligine vardı. Peki Viking niçin pozitif sonuç göndermis olabilirdi?

Tartısmalar siddetlendi. Bu arada NASA'nın Mars'a son gönderdigi Rover'ların yolladıgı bilgilere göre Mars geçmisinde sulak bir gezegendi ve bu nedenle yasam olasılıgı vardı. Levin, Mars'tan gelen tüm verilerin yasam olduguna iliskin görüsünü destekledigini ileri sürüyordu.

Ve Levin bu iddiasından hiçbir zaman vazgeçmedi ve bu konuda da yalnız degil. Los Angeles'teki Güney Kaliforniya Üniversitesi'nden hücre biyologu Joe Miller, verileri yeniden gözden geçirerek, emisyonun 24 saatlik biyolojik döngüsüne iliskin kanıtlar içerdigini ileri sürdü. Bu da, yasamın olduguna iliskin çok önemli bir kanıttı.

Acaba öyle mi? Mars'a gönderilecek araçların, Mars'ta yasam olup olmadıgını bazı moleküllerin sekline bakıp karar verecek.

7) HESAPTA OLMAYAN BU PARÇACIKLAR DA NE?

Atomun yapısı modelinde asla yer almayacak bazı parçacıklar gözlendi. Eger bu dogruysa, evrenin genislemeyi bir kenara bırakın, kendi üzerine çökmesi gerekirdi!.. Ama bu parçacıkların varlıgına inananlar da var. Bu nasıl oluyor?

Bundan 4 yıl önce Fransa'da bir parçacık hızlandırıcısı varolmaması gereken 6 parçacık tespit etti. Bunlara tetra-nötron adı verildi. Dört nötronun birbirine baglanmasıyla olusan bu yapılar fizik yasalarına meydan okuyordu.

Caen'deki Ganil hızlandırıcısında çalısan Francisco Miguel Marques ve arkadasları bu yapıları yeniden ele geçirmenin yollarını arıyor. Eger basarılı olurlarsa bu kümeler, atomik çekirdekleri bir arada tutan kuvvetleri yeniden gözden geçirmemize neden olacak.

Ekip, berilyum çekirdegini küçük bir karbon hedefe atesleyerek, çevresindeki dedektörde biriken parçacıkları inceledi. Dedektörlere çarpan 4 ayrı nötronun izini göreceklerini umut ediyorlardı. Oysa Ganil ekibi yalnızca tek bir dedektörün üzerinde tek bir ısık çakması tespit etti. Bu ısık çakmasının enerjisi, dedektöre 4 nötronun aynı anda çarpmıs olabilecegini gösteriyordu. Kuskusuz, bu rastlantısal bir kesif olabilirdi. 4 nötron aynı yere aynı anda rastlantısal olarak varmıs olabilirdi. Ne var ki bunun bir rastlantı olma olasılıgı çok düsüktü.

Ancak tetranötronların varolma olasılıgı da bu rastlantı kadar düsüktü. Çünkü parçacık fiziginin standart modelinde tetranötronlar yer almaz. Pauli ilkesine göre aynı sistem içindeki iki proton veya nötronun bile kuantum özellikleri aynı degildir. Aslında bunları bir arada tutan siddetli nükleer kuvvet o sekilde ayarlanmıstır ki, bırakın 4 nötronu bir arada tutmayı, iki yalnız nötronu bile birlikte tutamaz. Marques ve ekibi bu kesif karsısında o kadar büyük bir saskınlıga ugramıs ki, bulguların yanlıs oldugunu düsünüp bir kenara atmıslar.

Bu arada tetranötronların varlıklarına iliskin baska kuskular daha söz konusu. Fizik yasalarını bir kenara itip 4 nötronun birbirine baglanmasına izin verdiginiz takdirde kaos meydana gelebilir (Journal of Physics G, vol 29, L9) Bu su anlama geliyor: Evren genislemeye fırsat bulamadan çökerdi!..

Bu mantık silsilesinin içinde yine de bazı bosluklar var. Hálihazırda geçerli olan kuramlar tetranötronların varolabilecegini kabul ediyor, ancak çok kısa ömürlü bir parçacık olarak. Maddenin çoklu nötronlardan olusabilecegi fikrini destekleyen bir baska kanıt da nötron yıldızları. Çok fazla miktarda yapısık nötron içeren bu unsurlar, nötronların kümelesmeleri durumunda açıklanamayan bazı kuvvetlerin ortaya çıkabilecegi olasılıgını gündeme getiriyor.

8) PIONEER 10 VE 11'İ UZAY BOsLUĞUNA ÇEKEN NE?

simdi günes sisteminin dısına çıkarak yıldızlararası boslukta yol alan Pioneer 10 ve 11 uydularını uzay derinliklerine çeken veya iten bir enerji var, bu nedir?

Bu iki uzay aracı ile ilgili bir öykü. Pioneer-10 1972 yılında fırlatıldı, Pioneer 11 bir yıl sonra yola çıktı. su günlerde iki uzay aracı, uzayın derinliklerinde sürükleniyor. Ancak bunların yörüngesi göz ardı edilemeyecek kadar önemli.

Çünkü bunları bir sey itiyor veya çekiyor olabilir. Bu sey uzay araçlarının hızlanmasına yol açıyor. Gerçi sonuçta ortaya çıkan hızlanma saniyede bir nanometreden küçük! Bu da Dünya'nın yüzeyindeki yerçekiminin on milyarda birine esit. Ancak yine de Pioneer 10'u 400.000 kilometre öteye sürükleyecek kadar güçlü. NASA'nın, Pioneer 11 ile baglantısı 1975 yılında kesildi. Ancak o noktaya kadar Pioneer 10 ile benzer bir sapmaya maruz kalmıstı. Bu sapmanın nedeni ne olabilir?

Bunun kimse bilmiyor. Yazılım hataları, günes rüzgárları veya yakıt sızıntısı gibi bazı olası açıklamaların yanlıslıgı su ana kadar kanıtlandı. Eger bunun nedeni kütleçekimsel bir etkiyse, bu bizim bildigimiz kütleçekimi olamaz. Aslında, bazı fizikçiler bu konuda o kadar çaresizler ki, bu gizemi açıklamak için açıklaması olmayan baska fenomenlere basvurmaktan çekinmiyorlar.

İngiltere'deki Portsmouth Üniversitesi'nden Bruce Bassett, Pioneer bilmecesinin, hassas yapı sabiti olan alfa'daki degisikliklerden kaynaklanmıs olabilecegini ileri sürüyor. Digerleri nedenin kara delikle ilgili olabilecegini düsünüyor.

Bazıları da uzay aracından gelen erken yörünge bilgilerinin yeniden incelenmesi gerektigine inanıyor. Bu veriler, yeni bilgilerin ısıgı altında incelendiginde taze fikirlere zemin hazırlayabilir. Ancak sorunun temeline inebilmek için günes sisteminin derinliklerindeki yerçekimsel etkiyi test edecek yeni uzay araçlarına ihtiyaç var. Böyle bir aracın 300 ile 500 milyon dolara mal olacak olması NASA'yı düsündürüyor. Yine de Pioneer anomalisinin fark edilemeyen bir ısı kaynagı gibi çok basit bir nedene baglı olabilecegi olasılıgı da var.

9) EVRENİN GENİsLEME HIZINI ARTIRAN NE?

Kesif dogru, genisleme artan hızla sürüyor, fakat bu hızı artıran kuvvetin ne oldugu bir sır.

Bu, fizigin en utanç verici, en ünlü problemlerinden biridir. 1998 yılında astronomlar evrenin giderek artan bir hızda genisledigini kesfettiler. Ancak bu sonuç hálá nedenini arıyor. O zamana kadar evrenin genislemesinin Big Bang'den sonra yavasladıgı düsünülüyordu.. Ann Arbor'daki Michigan Üniversitesi'nden kozmolog Katherine Freese, "Süpernova, galaksi kümeleri gibi gözlemlerimizden elde ettigimiz bilgilerin bizlere uzayın genislemesi ile ilgili bilgi verecegini umuyoruz" diyor.

Bir öneriye göre bos uzayın bazı özellikleri bu konuyla ilgili. Kozmologlar buna kara enerji diyor. Ancak bu da her seyi açıklamakta yetersiz. Ayrıca evren genis anlamda ele alındıgı zaman Einstein'ın genel görelilik kuramının biraz manipüle edilmesi gerekiyor.

10) UZAYDAKİ KUIPER UÇURUMU NASIL AÇIKLANACAK?

Plüto gezegeninin ötesinde buz tutmus kayaların oldugu bir kusak vardır. Bu Kuiper kusagını geçtikten hemen sonra, birden hiçbir seyin olmadıgı bosluk baslıyor. Bu nasıl oluyor?

Günes sisteminin iyice uç noktalarına dogru yol alır ve Pluto'nun ötesine geçerseniz çok tuhaf bir seyle karsılasırsınız. Birden, buz tutmus kayalarla kaplı uzay bölgesi olan Kuiper kusagını geçtikten hemen sonra artık hiçbir sey yoktur.

Astronomlar bu bölgeye Kuiper uçurumu adını veriyor, çünkü kaya yogunlugu birden bire bu bölgede azalıyor. Bu nasıl oluyor? Bunun tek yanıtı 10. gezegen olabilir. Bu arada Quaoar veya Sedna'dan bahsetmiyoruz. Dünya veya Mars kadar büyük olabilen bu masif nesne, bölgeyi çer-çöpten temizliyor olabilir.

Colorado, Boulder'deki Southwest Arastırma Enstitüsü'nden Alan Stern, "GezegenX"in varlıgı ile ilgili kanıtların giderek inandırıcı bir boyuta ulastıgını belirtiyor. Hesaplamalar böyle bir gezegenin, Kuiper uçurumunun varolma nedeni olabilecegini düsünse de, kimse bu gizemli 10.gezegeni görmüs degil.

Ancak bunu da açıklayabiliriz. Kuiper kusagı Dünya'dan çok uzak oldugu için ise yarar bir görüntü almak zordur. Bölge hakkında bir sey söylemeden önce oraya gidip bu kusaga bir göz atmak gerekir. Ancak bu da bir on yıldan önce olmaz. NASA'nın Kuiper kusagı ve Pluto'ya dogru yol alacak olan New Horizon uzay aracı, 2006 yılının ocak ayında fırlatılacak. 2015 yılından önce Pluto'ya ulasamayacak olan uzay aracı, ancak o zaman bu bilinmeyen bölgeyle ilgili bilgi gönderebilecek. Bu arada Kuiper uçurumunun ne oldugunu ögrenmek isteyenlerin yapacagı tek sey, uzayı izlemek.

11) 28 YILDIR AÇIKLANAMAYAN SİNYAL NEREDEN GELDİ?

1977 tarihinde Ohio State University'den astronom Jerry Ehman, "Big Ear" adı verilen radyo teleskobunun kaydettigi sinyali görünce saskınlıktan küçük dilini yutuyordu. Uzaydan alınan bu sinyal 37 saniye sürdü. Aradan 28 yıl geçti ama kimse bu sinyali neyin gönderdigini çözemedi.

Yay (Sagittarius) takımyıldızı yönünden gelen radyasyon pulsu, 1420 megahertz radyo frekansı aralıgı içindeydi. Bu frekans, uluslararası antlasmalar geregince yayın yapılması yasaklanan bir radyo frekansı içinde yer alıyor. Gezegenlerden gelen termal emisyonlar gibi dogal kaynaklı radyasyonlar, genellikle daha genis frekansları kapsar. Peki bu sinyali ne göndermis olabilir?

Bu yöndeki en yakın yıldız 220 ısık yılı uzaktadır. Eger sinyal buradan gelmis olsaydı, çok daha güçlü bir astronomik olay meydana gelmis olurdu -veya çok gelismis bir verici kullanan uzaydaki ileri bir uygarlıktan geliyor da olabilir.

Bu tarihten sonra gökyüzünün o dilimi yüzlerce kez tarandı. Ve bir kez daha o sinyale rastlanmadı. Ancak Big Ear teleskobunun, herhangi bir zamanda, gökyüzünün milyonda birini taradıgını düsünürsek, aynı dilim içinde yayın yapan uzaylı bir vericinin yeniden tespit edilmesinin de çok zor oldugu anlasılır.

Baskaları bunun çok basit ve sıradan bir açıklaması oldugunu düsünüyor. SETİ projesinde görev alan bilim adamlarından Dan Wertheimer, bu sinyalin kirliligin bir sonucu oldugunu düsünüyor. Baska bir deyisle bu, Dünya'daki bir vericiden kaynaklanan radyo frekansı enterferansı (parazit) olabilir. Wertheimer, "Buna benzer pek çok sinyale rastlıyoruz. Bu tür sinyallerin genellikle interferans oldugunu anlıyoruz" diyor.

12) ASLA DEĞİsMEMESİ GEREKEN ALFA YOKSA DEĞİsTİ Mİ?

Alfa sabiti, degismis olabilir mi? Eger öyleyse bu fizige ihanet anl***** gelir. Alfa, ısıgın maddeyle nasıl etkilesim içine girdigini belirleyen çok önemli bir sabittir ve degismemesi gerekir.

1997 yılında, Sydney'deki New South Üniversitesi'nden astronom John Webb uzaktaki bir kuasardan Dünya'ya gelen bir ısıgı analiz etti. Kuasarlar, çok uzakta olup kuvvetli radyo dalgaları gönderen gökcisimleridir. 12 milyar yıllık yolculugu sırasında bu ısık, demir, nikel ve krom gibi metal bulutları arasından geçmis olmalıydı. Ve bilim adamları bu atomların, kuasar ısıgın fotonlarının bir kısmını emdigini kesfetti.

Eger bu gözlemler dogruysa, alfa adı verilen hassas yapı sabitinin, ısık, bulutlar arasından geçerken farklı degerlere sahip oldugu varsayımı ortaya çıkar.

Ancak bu fizige ihanet anl***** gelir. Alfa, ısıgın maddeyle nasıl etkilesim içine girdigini belirleyen çok önemli bir sabittir. Dolayısıyla degismemesi gerekir. Bunun degeri, elektronun yüküne, ısıgın hızı ve Planck'ın sabitine baglıdır. Bunlardan biri degismis olabilir mi?

Fizikçilerin hiçbiri bu ölçümlerin dogruluguna güvenmek istemedi. Webb ve ekibi sonuçlarında bir yanlıslık olup olmadıgını inceliyor. Ancak su ana kadar bir hataya rastlamadılar.

Webb'in bulguları alfa ile ilgili bilgilerimize meydan okuyan tek fenomen degil. Bugün Gabon, Oklo'da bulunan ve 2 milyar yıl önce aktif olan, bilinen tek dogal nükleer reaktör, ısıgın madde ile etkilesimi ile ilgili bir seyin degistigini gösteriyor. Los Alamos National Laboratory'den Steve Lamoreaux ve ekibi, Oklo'nun baslangıcından bu yana alfanın yüzde 4'ten fazla azaldıgını ileri sürüyor.

Ancak Paris'teki Institute of Astrophysics'ten astronom Patrick Petitjean , sili'deki Very Large Teleskope (VLT) tarafından saptanan kuasar ısıgı analiz edince, alfanın degistigine iliskin herhangi bir bilgiye ulasmadıklarını bildirdi. Bu arada VLT'ın ölçümlerini inceleyen Webb, Paris ekibinin daha gelismis bir analize ihtiyaçları oldugu sonucuna vardı. Bu ölçümler üzerinde çalısan Webb ve ekibi bu yılın sonlarına dogru anomaliyi çözdüklerini açıklayabilir.

13) SOĞUK FÜZYON YOKSA GERÇEK Mİ?

Oda sıcaklıgında çok kolay yoldan bedava enerji elde edildiginde, bütün ülkelerin enerji sorunu çözülecektir. 16 yıl önce böyle bir deney gerçeklestirilmis ve dünya ayaga kalkmıstı. Ancak, bu deney bir daha tekrarlanmamıstı. simdi bu düsünce yeniden canlandı!

16 yıldan sonra soguk füzyon yeniden gündemde. Aslında, soguk füzyon hiçbir zaman gündemden düsmemisti. ABD Deniz kuvvetleri laboratuvarlarında, nükleer reaksiyonların, oda sıcaklıgında, tükettiginden fazla enerji üretip üretmeyecegi konusunda 200'den fazla deney yürütüldü. Böyle bir sonuç, sadece yıldızların içinde olusur..

Eger bu, yani kontrollü soguk füzyon yeryüzünde gerçeklesirse, enerji sorunumuz biter. Amerikan Enerji Bakanlıgı yeni soguk füzyon deneylerine yeniden açık çek verdi..

Enerji Bakanlıgı'nın 15 yıl önce yayımlanan ilk raporu, Utah Üniversitesi'nden Martin Fleischmann ve Stanley Pons 'un orijinal soguk füzyon sonuçlarının yenilenmesinin mümkün olmadıgını açıklıyordu.

Soguk füzyonun temel iddiası suydu: Paladyum elektrotları agır suya batırıldıgı zaman ortaya çok büyük miktarda enerji çıkacaktı. Sonuçta bir enerji patlaması yasanacaktı. Burada sorun füzyonun oda sıcaklıgında gerçeklesmemesiydi.

George Washington Üniversitesi'nden mühendis David Nagel'e göre bu sorun degil. Süper iletkenlerin açıklanmasının 40 yılda açıklandıgına dikkat çeken Nagel, soguk füzyonu bu asamada reddetmenin yanlıslıgına deginiyor. Yani hala umut var!
ibanez
Byte3
Byte3
Mesajlar: 127
Kayıt: 03 Mar 2007, 18:20
cinsiyet: Erkek

Mesaj gönderen ibanez »

Savaslara harcanan para bilim adamlarına verilsin bunları da açıklayabilirler. Bunlardan sonra yenileri de gelir o ayrı konu :) Eskiden dünya yuvarlak mı diye tartısıyorduk simdi neleri! :)
Cevapla