Büyük Liderimizin İlk Aşkı.....!

Cumhuriyet ve Atatürk ile ilgili bilgi paylasim forumudur
Cevapla
Kullanıcı avatarı
TRWE_2012
Exabyte1
Exabyte1
Mesajlar: 10961
Kayıt: 25 Eyl 2013, 13:38
cinsiyet: Erkek
Teşekkür etti: 889 kez
Teşekkür edildi: 1919 kez

Büyük Liderimizin İlk Aşkı.....!

Mesaj gönderen TRWE_2012 »

1315 Ramazanı (1899), sıcak yaz aylarına rastlamıştı. Bu sıcak günlerden biri, Selanik’in meşhur Floka Gazinosu’nun özel odalarından birinde iki genç karşılıklı konuşuyorlardı. Bu gençlerden biri çok güzel bir kızdı. Heyecandan yanakları kızarmış, gözlerinden akan yaşlar, yanaklarından süzülerek iki billur çizgi bırakıyordu. Delikanlı ise itina ile giyinmişti. Burulmuş sırma telli kaytan bıyıkları, ateşli, derine bakan mavi gözleri vardı. Ve adı Mustafa Kemal’di. Henüz on dokuz yaşında, gençliğinin baharında yakışıklı bir genç.

Neden gelmişlerdi Floka Gazinosu’nun bu özel odasına ve genç kız neden ağlıyordu? Bu soruyu yanıtlamak için birkaç hafta önceye dönmek gerekir…

Ramazan ayı okulların tatil olduğu zamana rastlamıştı. Mustafa Kemal’de Selanik’teydi. En candan arkadaşları da Eczacılık Okulu öğrencisi Ahmet Numan ile Mühendislik Okulu öğrencisi Asaf (eski Ankara Şehremini ve Bilecik milletvekili) idi. (Ahmet Numan, Dr. Süleyman Numan Paşa’nın kardeşidir). Mustafa Kemal de o sıralarda Harbiye’de öğrencidir.

Üç arkadaş geceleri çok kere Mithatpaşa Caddesi’nden Kasımiye Camii’ne kadar piyasa yeri olan yolda gezer dururlardı.

Kasımiye Camii’nde teravih namazı büyük bir ayin havası içinde kılınırdı. Gençlik… Kavak yellerinin estiği yıllar. Yaş 19. Üç arkadaşın da konuşup gönül eğlendirdiği birer kız vardır. Teravih namazından sonra bunlarla buluşur; konuşur ve dönüşte (Asaf İlbay’ın deyimiyle) “yolların karanlığından istifade ederlerdi.”

Bir müddet bu durum devam etti. Fakat gecelerin birinde Mustafa Kemal gelmedi. Ertesi gece, ondan sonraki gece ve ondan sonraki gece Mustafa Kemal yine ortalarda yoktu. İki arkadaşı merak içindeydi. Acaba hasta mı? Bu endişeyle bir gece kalktılar, Mustafa Kemal’in evine gittiler. Zübeyde teyzeleri onları güler yüzle karşıladı, hatırlarını sordu. Kahve pişirdi. Fakat o da oğlunun nerelerde olduğunu bilmiyordu. Filvaki geceleri geliyordu, gündüzleri de geç vakit evden çıkıyordu, ama gece nereye gittiğini annesi bile bilmiyordu.

İki arkadaşı Mustafa Kemal’in hasta olmadığını öğrenmenin verdiği huzurla evden ayrıldılar. Bu ziyareti takip eden günlerde de Mustafa Kemal görünmedi.

Ramazanın sonuna doğru bir gece iki arkadaş, Ahmet Numan ile Asaf, Kasımiye Camii’ne doğru yürüyorlardı. Osman Hoca’nın mektebinin karşısındaki sokak başında bir kılıç şakırtısı duydular. Biraz sonra Mustafa Kemal karşılarındaydı. Yüzü gülmüyordu. Hiçbir şey söylemeden arkadaşlarının koluna girdi ve “yürüyelim” dedi.

Yürüdüler.

Vakit erkendi. Vardar Kapısı civarındaki “kafeşantan”lardan birine girmeyi kararlaştırdılar. Bir arabaya bindiler. Bir iki dakika hiç konuşmadan, derin bir sessizlik içinde atların nal seslerini ve araba yaylarının gıcırtısını dinlediler. Sessizliği en nihayet Ahmet Numan bozdu:

– Yahu, ne oluyoruz, dedi. Bu sessizlik neden? Hiç beklemediğin bir anda karşına çıktığımız suç mu oldu? Anlat bakalım, bu karanlık sokakta ne işin var? Ne arıyorsun? Senin başından bir şeyler geçti galiba?

Mustafa Kemal yarı ciddi, gülümsemeye çalışarak sözünü kesti:

– Bir yerde oturalım da anlatırım.

Başka konulara geçtiler. Odeon Tiyatrosu’nun bitişiğindeki kafeşantanın önünde arabacının eline beş kuruş sıkıştırarak indiler.

Bu çalgılı kahvede çalışan Romanyalı üç kız kardeş vardı. Üç arkadaş, bu kızları kendi aralarında paylaşmışlardı. En büyükleri olan Fani, Mustafa Kemal’den hoşlanıyordu. Toni, Asaf ile Janet de Ahmet Numan ile ilgileniyordu.

Mustafa Kemal’in İlk Aşkı

Üç arkadaş sık sık bu kafeşantana gelir, birkaç saat kalır, vakit geçirirlerdi. Her zaman en neşelileri Mustafa Kemal olurdu. Halbuki bu gece durgun, düşünceli ve mahzun bir hali vardı. Kızlar da onun bu durgun halinin farkına varmışlardı.

Bir ara kapıdan içeri omuzunda binbaşı rütbesi bulunan bir subay girdi. Arkasında iki Arnavut fedai vardı. Bu zat, Arnavut beylerinden Hilmi Bey adında, mabeyne mensup, yaverandan ve birden binbaşı rütbesini alan cahil bir adamdı. Ellerini arkasına bağlayarak şöyle bir dolaştı ve Mustafa Kemal’le arkadaşlarının masasının önünde durdu. Tahakküm etmeye alışkın bir tavırla bir şeyler söyledi. Türkçe bilmiyordu. Yarı Türkçe, Yan Arnavutça:

– Lakırdı yok, gitmek var, hayde! diyordu.

Önce ne demek istediğini kavrayamadılar. Sonra anladılar. Meğer:

– Bu kızlarla konuşmayacaksınız ve buradan gideceksiniz, diyormuş.

Ahmet Numan:

– Niçin be beyim, dedi onu taklit ederek.

– Yok, var başka laf.

Gençlerin sırtında üniformaları vardı. Bir olay çıkmasını istemiyorlardı.

Komşu masalardan birinde oturan siyahi bir binbaşı işe karıştı. Bu Selanik Jandarma Alay Kumandanıydı. Sivil giyinmişti. Bir mesele çıkmasını o da istemiyordu. Gençlere gitmeleri için ricada bulundu. Bunun üzerine Mustafa Kemal:

– Bir şartla arzunuza uyarız, dedi. O da buradan çıkıp gitmelidir. Padişahın yaveri resmi kıyafetle kafeşantanda oturamaz.

Jandarma Alay Kumandanı, kanun zabiti vasıtasıyla Arnavut binbaşının da çıkarılacağını söyleyince gençler kafeşantandan çıktılar. Sinirleri bozulmuş, canları sıkılmıştı. Padişah hakkında, istibdat hakkında biraz konuştular. Fakat Ahmet Numan, sözü döndürdü dolaştırdı, yine aynı yere getirdi.

En sonunda Mustafa Kemal içini döktü. Annesi Zübeyde Hanım’ın isteğini kıramamış ve eskiden komşuları olan Selanik Merkez Kumandanı Şevki Paşa’nın oğlu ve kızı Emine’ye geceleri matematik dersi vermeye başlamıştı. Bu zat, namusu ve şerefi ile tanınmıştı. İyi bir aile babası ve Asaf (İlbay)ın da aile dostu idi. Fakat Mustafa Kemal’in ders vermeyle başlayan serüveni giderek başka boyutlara taşınmıştı.

Arkadaşları durumu anladılar. Kızı da tanıyorlardı.

– Hayırlısı olsun, dediler.

Evlerine yaklaşmışlardı Ahmet Numan ertesi gece nerede buluşacaklarını sordu. Mustafa Kemal:

– Galiba geceleri buluşamayacağız, dedi. Zaten gidilecek yer de pek yok. Çalgılı kahvelerde de tat kalmadı. Gündüzleri buluşuruz.

Karanlığın içinde evlerine dönerlerken iki arkadaşı da aynı şeyi düşünüyorlardı: İlk kalp ağrısıydı bu Mustafa Kemal’in.

Yakıcı sıcaklar devam ediyordu. Hava o kadar boğucu idi ki, ancak gündüzleri ikindiden sonra sokağa çıkılabiliyordu.

Arkadaşları, Mustafa Kemal’i bundan sonraki bir hafta içinde ancak iki kere daha görebildiler. O, artık iftar yemeklerini de öğrencisinin evinde yiyor ve çok kere sahur vaktine kadar orada kalıyordu. Büsbütün başka bir adam olmuştu sanki. Kendi kendini yediği belliydi. Çok değişmişti. Arkadaşları durumunu anlıyor, şaka yollu ona öğütlerde bulunuyorlardı. Onların böyle konuşmasından Mustafa Kemal pek memnun kalmıyordu. Her seferinde arkadaşları daha kuvvetle inanıyorlardı: Mustafa Kemal seviyor.

Zorunlu Ayrılık

Resim

Ramazan bitmişti.

Bayram gelmeden önce Mustafa Kemal’le genç sevgilisi kararlaştırmışlardı. Bayramın üçüncü günü Telliçeşme karşısındaki “Yüksek Kahve” denilen gazinoda buluşacaklar.

Bu bahçeli kahve Islahhane’den inerken İdadi Mektebinin civarında, Telliçeşme ya da İdadi Çeşmesi denilen yerdeydi. Bu çeşmeden sonra uzanan geniş cadde Emlak-ı Şahane binalarının bulunduğu yoldu ve doğruca meşhur Beyaz Kule’ye çıkardı.

Bir kız ki, hiçbir erkekle buluşmamıştır. Randevuya alışık değildir. Verdiği söze sadık kalarak randevusuna gelir. Gelir ama oturmaktan çekinir ve yüreği çırpınarak eve dönmek istediğini söyler. Fakat genç Mustafa Kemal, böyle bir başbaşa kalmak fırsatını kaçırmak ister mi? Türlü dil dökerek kızı ikna eder. Kalkarlar, binek arabalarının beklediği meydana kadar yürürler, burada kapalı bir arabaya binerek

Floka Gazinosu’na giderler. (Bu gazino II. Abdülhamid’in menfası olan Alatini Köşkü civarındadır.)

Ve en nihayet iki genç, gazinonun zevkle döşenmiş küçük özel odalarından birinde başbaşa kalırlar.

Tatil, bayram ertesi bitiyordu. Ne de çabuk geçmişti koca yaz! Bu tatil devresine sığmak zorunda olan öğretmenlik de işte bitmişti. Ayrılık zamanı gelmişti. Mustafa Kemal Harbiye’ye, İstanbul’a dönecekti. Ya o genç ve güzel kız? O ne yapacaktı?

Başbaşa konuşarak bir karara varmak zorundaydılar. Floka Gazinosu’nun bu küçük odasında geçen sahneyi büyük olasılıkla Mustafa Kemal bütün yaşamı boyunca unutamayacaktır.

Genç kız mutaassıp bir ailenin kızıydı. Ailesinin şeref ve namusuna hiçbir şekilde leke sürülmesine elbette razı olamazdı. Bunun için de ilk çare olarak bir an önce evlenmeyi düşünüyordu. Konuşmaya başlar başlamaz bunu ileri sürmüştü. Israr ediyordu. Hemen evlenmeliydiler.

Fakat genç Mustafa Kemal için bu olanaksız bir işti. Sevdiği kişi ondan okulunu bırakmasını istiyordu. Aşk için her şey feda olunmaz mıydı? Evet, Mustafa Kemal’e göre her şey feda olunmazdı. Bunlardan biri de özgürlüktü. Ne diyor şair: “Aşkım için hayatımı, hürriyetim için aşkımı feda ederim.”

Mustafa Kemal’in öğrencilik yaşamı sürüyordu. Küçük yaşta üniforma merakı ile başlayan askeri yaşam, O’nun ihtiraslarını ve ideallerini gerçekleştirebilmesi için tek yoldu. Bu yoldan, her ne pahasına olursa olsun dönmeyecekti.

Ağlıyordu genç kız. Temiz duygularla bağlandığı bu genç adamdan ayrılmanın verdiği hüzünle ağlıyordu. Mustafa Kemal’i anlayamıyordu. Onu zaten bütün hayatı boyunca kaç kişi anlayabilmişti ki…

İnsanlar bazen ne kadar bencil olur. Bütün karanlık olasılıklara karşı, yüreğinde isyan eder bir duygu, insanı, kendi dileğini kabul ettirmek için mücadeleye sevk eder. Bir iç dramı başlar yavaş yavaş. Mustafa Kemal, boğazına tıkanmış bir yumrukla, gözleri cam gibi donuk, dudaklarından neredeyse dökülüverecek bir hıçkırığı zor zaptederek, genç kıza meramını anlatmaya çalışıyordu. Bir müddet sonraya bırakmalıydılar bu evlenme işini. İlerde tekrar bu konuya dönebilirlerdi. Hele bir kere zabit çıksın, ekmeğini eline alsın ve…

Fakat genç adamın sözleri yarıda kaldı. Genç ve güzel kız artık iradesine hakim olamıyordu. Ayağa kalktı, yaşlı gözlerini son defa Mustafa Kemal’e çevirdi, bir an gözlerinin içine baktı. Sonra dudaklarının arasından bir tek kelime döküldü. Zavallı ve hazin bir kelime:

– Allahaısmarladık.

Mustafa Kemal okuluna dönerken el yazısıyla son bir mektup yolladı Emine’ye:

Bu dakikada vapura gidiyorum. Bu an-ı meş’um bize kan ağlatacak. Bendeniz sizi unutmayacağıma vicdanen yemin eder sizden de aynı vefayı beklerim. Allahaısmarladık. Mustafa Kemal

Bu genç kız Mustafa Kemal’in serüveninin ömrünün sonuna kadar takip etti. Aradan otuz yıldan fazla bir zaman geçmişti. 1930 yılında Ankara Şehremini Asaf Bey bu hanımdan bir mektup aldı. Aile dostluğuna güvenerek, bir zata yardım için Mustafa Kemal Paşa’ya delalet etmesini rica ediyordu. Asaf Bey o gece Çankaya Köşkü’ne gitti ve durumu Mustafa Kemal Paşa’ya anlattı. Mektubu da okudu.

Mustafa Kemal elli yaşındaydı. Gözleri daldı, bulutlandı. Aradan geçen otuz yıla karşın ateşi küllenmemişti. Sonra silkindi, mektupta adı geçen zata mümkün olan yardımın yapılmasını emretti. Ve döndü, sofrada oturanlara bu aşk serüvenini anlattı.

– Gençlik arkadaşım Asaf bu olayı iyi bilir, dedi. Evet, “Asaf iyi bilirdi.” Ama gençlik arkadaşının bildiği bir şey daha vardı. 1899 yılının genç ve masum kızı, ilk aşkını yüreğinin derinliklerinde saklamış, ondan sonra hiç evlenmemiş ve bu hatıraya bütün ömrü boyunca bağlı kalmıştı. Belki de sık sık, ayrıldıkları o günü, Floka Gazinosu’nun o odasını hatırlıyor ve içindeki bir duygu, söylediği o sözü şimdi artık çok haksız buluyordu:

– Allahaısmarladık.

Atatürk’ün hayatına giren başka kadınlar elbette oldu ama Atatürk’ün yakın arkadaşlarına göre Emine Hanım, Atatürk’ün ilk ve son aşkıydı.

Kaynak Site: http://www.serenti.org

TRWE_2012
fatihyilmaz01
Bit
Bit
Mesajlar: 10
Kayıt: 13 Ara 2017, 10:11

Re: Büyük Liderimizin İlk Aşkı.....!

Mesaj gönderen fatihyilmaz01 »

Güzel makale teşekkürler.
Cevapla