1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Bir zamanlar Avrupa'dan kaçanlar bize sığınıyordu

Gönderilme zamanı: 25 Ağu 2018, 01:12
gönderen velociraptor
Resim

Maaşı alan herkes bir an önce parayı elinden çıkarmaya koşuyordu. Spekülasyon ve her türlü karaborsacılık ortalığı sarmıştı...1930’lu faşizm yıllarına Almanya “hiperenflasyon” ile gelmişti.1922-23’lerde gerçekleşen Alman hiperenflasyonu nedeniyle 1923 Kasım ortasında 1 Amerikan Doları 4.2 trilyon mark’a erişmişti! Katı sınırlamalar gerekiyordu.Artık “kağıt mark” halk tarafından kullanılmaz olmuştu, özellikle tarım kesiminde takas gibi ilkel bir yöntem kullanılmaya başlanmıştı. Bu enflasyon döneminde ücret ve maaşlar her iki üç günde bir öğleden önce ödeniyordu.Çünkü kur öğlen 12’de belirleniyordu. Maaşı alan herkes bir an önce parayı elinden çıkarmaya koşuyordu. Spekülasyon ve her türlü karaborsacılık ortalığı sarmıştı. Markın istikrarı sağlandıktan sonra, büyük bir kriz patlak verdi.Bu sosyal alanda derin bir hayal kırıklığı, çaresizlik yarattı. Özellikle de emekliler arasında. Enflasyon herkesin tasarrufunu da sıfırlamıştı elbette. Hitler bunu iktidarı için kullandı.1933’de “iktidara el koyma” diye adlandırılan Hitler’in hükümete gelişi ve savaşa başlayıncaya kadar onun ne yapmak istediğini kimse tam kavramış gibi değildi. Herkes diktatörün kısa sürede iflas edeceğini sanıyordu.Temel hak ve özgürlükleri rafa kaldıran yasalar arka arkaya çıkmaya başladı. “Devlet memuriyetinin meslek olarak ifasına yeniden dönüş kanunu” devlette, okul ve yüksekokul kurumlarında en kısa zamanda yeni rejime sadık, ona körü körüne itaat edecek parti mensuplarıyla doldurma yasasıydı! 1930’ların Avrupa’sında faşizm dal budak salarken Atatürk yoktan var ettiği ülkemizde

Durmadan reformlar yapıyor, fabrikalar açıyordu.

Yahudi düşmanlığı bir politika haline gelince bilim adamları, gazeteciler, sanatçılar iltica etmek zorunda kaldılar. Çünkü Naziler için” ırk” en önemli faktördü. İşten çıkarma kararlarını karışık evlilikler için de kullanıyordu, boşanmayı şart koşuyordu. Bu yüzden Yahudi olmayan profesör ve sanatçılar da iltica etmek zorunda kaldı. Ünlü Alman iktisat profesörü Fritz Neumark da üniversiteden atıldı. Buz toptancısının yanında seyyar satıcı olarak iş bulabildi!!

VATANINI TERK ETMEK ZORUNDA KALDI

İki kez toplama kampına atılınca iltica etmekten başka şansı kalmadığına karar veren Ernst Reuter gibi o da vatanını terk etmek zorunda kaldı.

Profesörlüğü iptal edilen, kariyeri ve işi elinden alınan, emekliliği silinen, mal varlığına el konulan yüzlerce bilim adamı göçmeye başladı. O faşist dünyada sığındıkları yer Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti oldu. 20 sene yaklaşık burada yaşayan bilim adamları, doktorlar, sanatçılar, şehir plancılarını Türk hükümeti hiçbir zaman Nazizme teslim etmedi. Alman istihbaratı, Gestapo sayısız hamle yapsa da Türkiye kanatları altına aldıklarını vermedi. Fişlenmelerine de izin vermedi genel olarak.

Atatürk üniversite ve eğitim reformu için, bilgi kaynaklarına ulaşmak için bu kadrolara hemen yer açtı. Rahat etmelerini sağladı. Modern vergi reformu dahil ekonomide kurumsallaşmayı onlarla başardı. Temellerini attırdı.Herkesle yaptığı sözleşmeye en az bir kitap yazma şartı koydu. Böylece bilimsel ilk eserler, üniversiteler için ilk harç oldu.. Hatta Mussoli’nin gazabına uğrayıp üniversiteden atılmış faşizmzede İtalyan iktisat teorisi profesörü Umbero Ricci de 1942’de İstanbul’a geldi.İstanbul Fen fakültesinde çalışan üç Alman profesörden biri olan Botanik ordinaryüsü Alfred Heilbronn İstanbul’a Atatürk’ün emriyle şahane botanik bahçesini kurdu. Hani geçenlerde haber olan Botanik Bahçesi…

Tıp fakültesinde operatör Rudolf Nissen çok başarılıydı. Tedavi ettiği bir köylü kadın çocuğuna “Nissen” adını verdi . Tıp alanında ciddi sayıda profesör kurumlaşmaya neden oldu, o hastanelerimizi kapatmaya çalışıyoruz şimdi. Hıfzısıhha Enstitüsü Müdürlüğü yapan Hirsch de sağlık biliminde öncülük yaptı.O dönem en büyük sorunları inşaat yapı işlerini yapan müteahhitler mühendislikten bihaberdir. Örneğin patoloji enstitüsü için bina yaptırılır içinde elektrik tesisatı olmadığı anlaşılır. Çünkü müteahhit “tasarruf” amacıyla tesisatı döşememiş elektrik prizlerini sadece takmıştır!

1933’de başlayan bu serüven 20 yıl sürmüş ve sonra Alman akademisyenlerin çoğu Türkiye’den ABD’ye veya ülkesine geri dönmüşlerdir.

“Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün olağanüstü becerikli ve başarılı bir politikacı olması, daha önce de seçkin bir general olduğu düşünülürse bir Alman için özellikle hayret vericidir” der anılarında Neumark. Dil bilgisi ustası olmasını över. Ölümünden sonra Türkçeyi yenileme hareketinin abartılmasını da eleştirir. Çünkü insanların geçmiş metinleri anlama sorunları olacaktır. 1930’da yazılan bir metni bile okuyamayacağını öngörür. 1920’li yıllardaki Cumhuriyet Anayasasının sonra “yeni Türkçe”ye çevrilmesini 1970’lerde görür.

Şimdi çirkin bir yere dönüşen Ankara bu yıllarda çok şanslıdır. Atatürk Yeni Türkiye’ye layık bir başkent yaratmakta kararlıdır. İmkansız denilen Atatürk Orman Çiftliği böyle ortaya çıkmıştır.

Avusturyalı Holzmeister çok ünlü bir mimardır. 20 yıl Viyana’ya geri dönünceye kadar İstanbul Yüksek Teknik Okulunda profesörlük yapar. Ankara’da birçok kamu binasına, TBMM binasına imza atar. “Ankara’da inşa edilen, yeri ve konstrüksiyonu bakımından gerçekten eşsiz bir eser olan Anıtkabir’i, ülkesi Emin Onat’a borçludur” der Neumark.

ANILARINDAKİ CÜMLE

Anılarında çok önemli bir gözleminin altını çizer: “Herhalde Atatürk ile Hitler arasında görülen tezatlığın daha büyüğü düşünülemez” Bu taban taban zıtlığın gerekçesini açıklar. Çok yetenekli, dünyanın takdirini kazanmış ve muzaffer bir general olan Atatürk’ün 1923’den sonra üniforma giymediğini oysa eski çavuş Hitler’in eline geçen her fırsatta modelini kendi çizdiği üniformayı sırtından çıkarmadığı gerçeği…

Anılarındaki şu cümle insanın içini acıtıyor: “Bugün dahi içimde, onun şahsında çağımızın gerçekten en yücelerinden biriyle karşılaştığım hissi mevcuttur ve burada onun emanetinin daha az yetenekli halefleri tarafından harcanmamasını ümit ettiğimi belirtmeliyim…”

Cumhuriyet’in 50.yılında Türkiye’ye gelir “yeni ve çirkin apartmanlar” gözüne batar. Ama esas vurucu öngörü şu: “Atatürk’ün devrimlerini gerçekleştirdiği en azından iki alanda son yirmi senedir bir gerileme kaydedilmektedir. Laiklik ve devletçilik ilkelerine karşı, değişik zamanlarda, dirençler oluşmuş ve bu tür gerilemeler de yine karşı tepkilere yol açmıştır. Kim galip gelecek tahmin edemiyorum der diplomatça, ama işareti açıktır.

“Esas itibariyle general olan Atatürk’ün hükümet sisteminde hiçbir zaman askeri yöntemler uygulamamış olması, şayanı hayrettir.”

1930’larda nüfusun %60’ından fazlası okuma yazma bilmiyordu. Yetersiz bir maliye idaresine sahip Türkiye‘nin köklü bir maliye reformuna ihtiyaç vardı.

En çok hayret ettikleri “bahşiş” müessesesi oluyor! Ama vergi konusunda çok çalışmalarına rağmen “vergi ahlakı” konusunda endişeleri var. Gelecekte bunun derinleşeceğini de öngörüyorlar.

Atatürk’ü ve onun kurduğu ülkeyi, heyecanı yaşayan bu bilim adamları 1940’lardan itibaren öngördükleri gerçek oluyor. Laiklik ve devletçilik tehlikede diyorlar ve…..bugün buradayız.
Nevval Sevindi

*Yararlanılan kaynak: Boğaziçine Sığınanlar - Fritz Neumark